İyonya Filozofları mı, Atina Filozofları mı?

Felsefe tarihindeki filozofları ve felsefi sistemlerinin karşılaştırılması...
İyonya Filozofları mı, Atina Filozofları mı?

Felsefe tarihinde filozofları ya da felsefe sistemlerini sınıflandırmalar gerçekleştirilmiştir. En sık kullanılan sınıflandırmalardan biri de, Sokrates öncesi felsefe ve Atina Okulu veya Atina felsefesi kavramıdır. Bu Sokrates öncesi Yunan felsefesi ve Atina okulu veya Atina felsefesi deyimlerini hem öğretimsel-eğitimsel bir yanı vardır hem de öğretisel olarak birbirlerinden farklı iki düşünceye işaret ettiklerini söyleyebiliriz.

Konuya öncelikle tarihsel bir bakış açısıyla bakılmalıdır. Sokrates öncesi felsefe, Sokrates'ten önce yaşamış olan filozofların ortaya attıkları felsefedir. Bu ayırımı yaparken en temele de coğrafi bir takım öğeleri alabiliriz çünkü Sokrates öncesi felsefe, coğrafi bakımdan belli bölge ve bölgelerde ortaya çıkmıştır. Bu bölgeler genel olarak Batı Anadolu kıyıları, İyonya, Büyük Yunanistan, Güney İtalya ve Sicilya’dır. Atina felsefesi ise adının da belirttiği gibi Atina’ da ortaya çıkmıştır.

Tarihçiler arasındaki yaygın görüşe göre, Yunan uygarlığı en parlak dönemini M.Ö.V. yüzyılda Atina döneminde yaşamıştır. Bundan dolayıdır ki bu dönem yunan uygarlığının "klasik çağı" hatta "altın çağı" olarak adlandırılır. Yunan toplumu siyasal, toplumsal, kültürel anlamdaki en parlak dönemini yaşadığı, sanat ve edebiyatın en başarılı ürünlerinin de yine bu dönemde verildiği kabul edilir. Buna birkaç örnek verecek olursak tragedya ve komedya yazarları Sophokles, Euripides, Aristophanes’i verebiliriz.

Yunan felsefesi adeta Sokrates öncesi filozoflarla karanlıklardan sıyrılıp çocukluk çağını yaşamış, Atina Okulu ile özellikle de Aristoteles ve Platon’la da doruğuna ulaşmıştır.

Bu iki dönemde de ortaya atılan bilimsel düşünceler büyük öneme sahiptir çünkü geçmişte de, günümüzde de "bilimin kendisi" zaten büyük bir öneme sahiptir. Çağımızda da çeşitli düşünce akımlarının değerlendirmeleri yapılırken bunlar "bilimsel" ya da "bilimdışı" olarak nitelendirilirler. Yine önemli bir nokta ise bugün "bilim" değerlerine, görevlerine kimsenin karşı çıkmayacağı bir kurum halini almıştır. En genel ifadeyle bilimsel bir felsefenin içinde gerçekleştiği çağın ya da toplumun bilimsel bilgilerinden haberi olan, onun bilimsel ilgilerini ciddiye alan, bilimsel sonuçları tutarlı bir biçimde birleştiren bir felsefeyi anlarız. Tarih boyunca da felsefe, bilimle çok sıkı ilişkiler içerisine girmiştir. Hatta diyebiliriz ki bir çok filozof, bilim adamı edasıyla bilime somut bir takım katkılarda bulunmuşlardır. Örneğin, Descartes, analitik geometriyi bulmuş, Leibniz sonsuz küçükler hesabını bulmuştur. Hatta şunu da belirtmek gerekir ki, Yunan dünyasında Hellenistik döneme, İskenderiye Okulu'na kadar bilimle felsefe arasında kesin bir ayırım yapılmamıştır diyebiliriz. Bu zamana kadar çeşitli bilimler felsefenin bünyesinde yer almaktaydı.

Bize kadar ulaşan somut bilimsel çalışmalardan birkaç örnek verecek olursak; Thales M.Ö. 585 yılında meydana gelen bir güneş tutulmasını önceden haber vermiştir. Yine Thales, bir dairenin çapla iki eşit parçaya bölündüğünü, ikizkenar üçgenin taban açılarının birbirine eşit olduğunu bulmuştur.

Anaksimandros ilk gök küresini, ilk yeryüzü haritasını yapmıştır. Pythagoras'ın adı Pythagoras teoremi ile özdeşleşmiştir. Platon’un matematik, Aristoteles’in biyoloji, zooloji, botanik, astronomi, meteoroloji alanlarında çalıştığını söyleyebiliriz. O halde genel olarak bu sözünü ettiğimiz dönemlere ait yunan filozofları matematik, astronomi, biyoloji, tıp vb. alanlarda çalışmalar yapmışlardır.

Genel olarak yunan bilimine yöneltilen en önemli eleştiri deneye ağırlık verilmediği konusudur. Öklid’in geometrisi ve Aristoteles’in mantığında olduğu gibi yapı bakımından dedüksiyona dayanan bilimlerde en büyük başarıya ulaşıldığına fakat fizik, kimya gibi bilimlerde aynı başarının gösterilmediğine dikkat çekilir. Eski ve ortaçağlar söz konusu olduğunda deneye ağırlık verilen araştırmalar yerine daha genel ve yumuşak bir ifade kullanılarak gözlemlere önem verildiğini söyleyebiliriz.

Yunanlılarda duyularla akıl arasında yapılan ilk ayrım çok eski tarihlere gider. Ayrıca bu dönemde duyuların aldatıcılığı da ele alınır. Bu düşüncenin sistemli ifadesini ilk kez, Parmenides- Herakleitos zıtlığında görebiliriz. "Nesnelerin Yaradılışı" adlı ünlü şiirinde Parmenides, "Kullanma bakışsız gözü, uğuldayan kulağı ve dili" der. Böylece varlığa ilişkin üzerinde tartıştığımız konuyu yalnızca logosla yani akılla karara bağlamamız gerektiğini söyler. Kısacası duyular ve akıl ayırımını getirir. Asıl var olan şeyin ne olduğu konusunda kendisiyle taban tabana zıt düşen Herakleitos’ta Parmenides’in bu duyular- akıl ayrımını kabul eder ve onun duyuların tümüyle yanıltıcı olduğu savını kabul eder.

Yine bilindiği üzere yunanlılarda evrenin ilkelerinin sayılarda aranması gerektiği söylenmiştir. Bunu ilk söyleyenler Pythagoras ve Pythagorasçılar olmuştur. Bu nedenle sayılarla ilgili bilimleri, yani matematik astronomi ve müziği de özel bir ilgiyle işlemişlerdir. Pythagorasçıların evrenin ilkelerinin sayılarda bulunduğu görüşü, evrenin dilinin matematik olduğu ve doğa yasalarını ortaya çıkarmak üzere matematiğe başvurmamız gerektiği şeklinde de anlaşılabilir.

İlgili Haberler
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış yorumlar onaylanmamaktadır.