İnsan Olarak İnsan

İnsanın özgürlüğü ve bilgi bilme isteği konusunda bir inceleme...
İnsan Olarak İnsan

Bazı tanımlar insanı bireysel bir örnek olarak belirlemek istemişler ve bu konuda her zaman başarısız olmuşlardır. Çünkü bir hayvan tek başına yaşadığında bile kendi türünün bütün niteliklerini taşıyabilmesine rağmen,bir insan tek başına yaşarken genellikle düşünülen insansal niteliklerin hiç birini taşımaz. Böyle bir insan ne düşünebilir, ne konuşabilir. İçgüdülerin ya da koşullu tepkilerin dışında hiçbir davranışta bulunamaz. Buna bağlı düşünürsek insanı, birey olarak değil, bir toplumun üyesi olarak belirlemek gerekir.

İnsan doğa karşısında özgürleşmek istemiştir. Bunun içinde işbirliği içine girmiştir. Bu durumda insanı, özgürlük üretmek için iş birliğine girmiş bireylerden oluşan bir toplumun üyesi olarak tanımlarız. Özgürleşmek için işbirliği içine giren insanlar, zamanla insanlığa özgü bir takım nitelikler edinirler. 

Bir toplumdaki insanlar ortak üretimleri paylaşmak için işbirliği yaparlar. Üretimin paylaşılmasında katılımcıların her birine düşen payın işbirliği kavramına ters düşecek bir eşitsizlik olması, ortada işbirliği olmadığı anlamına gelmez. Örneğin, dokuma işçisiyle kaldırım işçisi birbirlerinin yaptıkları işlerden yararlanır. Diğer yandan güvenlik güçlerinde çalışan bir işçide bu işçilerin yaptıkları işlerden hem yararlanırlar, hem de o işçilerin güvenliğini sağlayarak onlarla işbirliğine katılmış sayılır. Bu bakımdan, her durumda, insanlığın temelinde işbirliği gereksinimi yatmaktadır. 

Gerçek bir işbirliği içinde olan insanlar birbirleriyle anlaşmak zorunda oldukları için bu anlaşmayı olanaklı kılacak bir dil oluşturmaları gerekmektedir. Dil oluşumu başlamış bir toplumda bilgi birikimi de başlayacaktır. Konuşmayı öğrenen insanlar düşünme yetiside kazanacaklardır. Belli bir düzeye ulaşacak olan bilgi, artık insanın temel niteliği olacaktır. Çünkü başkalarıyla işbirliği içine giren insan, başlarda bunu içgüdüsel ve rastlantısal olarak yaparken artık gereksinimlerini başkalarıyla işbirliği içine girerek karşılayabileceğini bildiğiiçin yapmaya devam edecektir. Yine bilgili insan davranışlarını da bilgisinin yönetiminde gerçekleştirecektir. Böylece insan hem bu bilgisini toplumsal yaşama borçlu olduğu, hem de bilgisi kendisini tek yaşama yaşam biçimi olarak toplumsal yaşamı gösterdiği için toplum üyesi olma niteliğini yitirmesi söz konusu olamaz. Öte yandan da bilgisinin yönetiminde davranan insan, içinde bulunduğu toplumun bilgisinin yönetiminde de davranıyor demektir. Her bilgi türünün kendine göre uzmanları vardır. Bu uzmanlarının bilgileriyle o toplumun dili, teknik etkinlikleri, yasama, yönetme ve eğitim alanları oluşturularak bilgi düzeyi belirlenmiş olur. Bireylerin bilgisini ise toplumsal bilgiyle kendi bilgilerinin birleşimi oluşturur. 

Fakat hem toplumsal yaşamın düzenlenmesinde hem de insanların davranışlarının yönetiminde bilgili olmakla birlikte giden ve onun kadar etkili olan başka bazı niteliklerde vardır. Bunların en önemlileri, bilgisizlik, yanlış bilgi ve inançlardır. Tarih boyunca insanlarının davranışlarında inançların etkisinin bilginin etkisini aştığı bir gerçektir. 

Vehbi Hacıkadiroğlu'na göre bilgi iki bölümden oluşur; birincisi, insanların doğanın sunduğu olanaklardan yararlanmayı ve doğadan gelebilecek zararlara karşı koymayı sağlayan doğa bilgisidir. İkincisi ise, insanlar arasındaki ilişkileri düzenli yürütmeyi sağlayan insan bilgisidir. İnançlar, hem insanlar arasındaki ilişkilerin düzenlenmesinde etkilidirler. Hem de doğadan gelebilecek yıkımlardan korunmak için insanlar inançlara sığınmaktan geri kalmazlar. İnsanın ne olduğu konusunun çözülmesi olanaksız bir sorun olarak ortaya çıkmasında bu durum başlıca nedendir. 

Bilgi ve inanç çatışması, bilginin etkisinin inancın etkisine bakışla çok düşük düzeyde kalmasından doğmaktadır. Oldukça güçlenen ve belli bir sürede bütün toplumu etkisi altına alan inançlar karşısında bilgi, uzun zamanlar boyunca çok küçük adımlarla ilerleyebilmiş. V. Hacıkadiroğlu’nun deyimiyle inancın uçarak konduğu tepelere bilgi tırmanarak çıkmıştır. 

İnsanların, kendileri de ayrımına varmadan pek çok kez yinelenen küçük çapta olaylardan, bir ölçüde koşullu tepki biçiminde ve bir ölçüde de bilinçli olarak kazandıkları pek çok bilgiler vardır. Bu tür bilgilere kısaca ‘sağduyu’ denebilir. Zaman içinde bilginin gelişmesinde ve inançların yerini almasında sağduyunun payı büyüktür. Yani tarihin belli döneminde insanların davranışlarını ve birbirleriyle olan ilişkilerini bir yandan bilgi ve sağduyu, diğer yandan da inançlar belirlemiştir. İşte insanın ve insanlığın bütün çelişkilerinin kaynağı da bu durumlardır.

İnançların en büyük etkisi insanlar arasındaki ilişkiler alanında görülmüştür. İnsan bilimlerinin gelişmesinin yavaşlığının temelinde ise insanın ne olduğu konusundaki bilgisizlik yatmaktadır. İnançlarının etkisinde kalan insanlar, insanlık dışı denilebilecek türden davranışlarda bulunmaları ya da böyle davranmaya zorlanmaları insan doğasının gereğiymiş gibi görülmüştür. Bundan dolayı da insanlar, insanların yani kendilerinin bencil, tutarsız, her fırsatta kıyıcılığa baş vurmaktan çekinmeyen varlıklar olduklarına inanmışlardır. Ayrıca insanlar özgürlük aramak için işbirliği içine girdiklerinin bilincine varmadan önce, iletişim ve ulaşım olanaklarının yetersizliği yüzünden birbirinden ayrı düşmüş toplulukların üyesi olarak yaşama gözlerini açtıkları için bölünmüşlüğün ve düşmanlığın olağan bir yaşam biçimi olduklarına inanmışlardır. Bu tutumlardan dolayı yakın zamanlara kadar, insanlar arasındaki ilişkiler salt inançların yönetimi altında bulunan toplumlardan oluşmuştur. 

İnançlar, insanlık üzerinde birçok yıkıcı etkiler yaratmışlardır. İnançlar mantıksal tutarlılıktan yoksun oldukları için en abartılı kışkırtmalara bile karşı koyacak durumda olamazlar. İnsanlık tarihi içinde, inançları yüzünden işkence gören, öldürülen, diri diri yakılan insanların sayısı inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. 

Bütün bu olumsuzlukların karşısında insanlığın hiç mi üstün başarılar ya da yüceliği kuşku götürmeyen davranışlar üretmediği sorulabilir. Günlük yaşamın sağladığı bilgi birikiminden yararlanarak gösterdiği gelişmenin, kendi başına, üstün bir başarı olduğunu da kabul etmek gerekmektedir. Çok sınırlı bilgilerle ortaya konan anıt-yapıtlar, gelişmemiş pusulalar ve yalnızca rüzgar gücünden yararlanmayı sağlayan yelkenlerle okyanusları aşarak bulunan kara parçaları, insanın bilgisinin sınırlarını çok aşan yüreklilikle ilerleme isteğinin belirtilerini gösterir.

İnsanın ne olduğu konusundaki çelişkiler, insanın özgürlüğüyle ilgili düşüncelerde görülmektedir. Birçok görüş insanı hayvandan ayıran özelliğin insanın özgür oluşu düşüncesinde birleşmektedir. Hayvanların davranışlarının tamamen içgüdüsel olduğu bir gerçektir. İnsanlar ise farklı durumlarda birbirlerinden farklı tepkiler vermeleri kendi davranışlarını kendileri belirlediklerinin göstergesidir. 

İnsanın davranışlarını kendisi belirlemesi, bu kendi belirlemenin nasıl olacağı soruları karşısında ortaya ‘istenç özgürlüğü’ kavramı atılmasına neden olmuştur. Fakat bu istenç özgürlüğü anlayışı rastlantıların tutsağı olan bir insan tipini ortaya koyar. Bunun yanı sıra, bu kavram, insanın hiçbir dış etmenin etkisi altında kalmadan kendi istediği gibi davranma yetisi biçiminde bir anlamda yükleyerek insan davranışlarının değerlendirilmesinde etkili olmuştur. 

İnsan özgürlüğü, dinsel inançların etkisi altında ortaya çıkan, gerçek yaşamda hiçbir anlam taşımayan ‘istenç özgürlüğü’ dışında bir açıklamayla verilmesi gerekirse bu ancak ‘bilgiye dayanan özgürlük’ kavramıyla tanımlanabilir. 

İnsan, bilgiyi yalnızca toplumsal yaşamda elde ettiği için hem insanlığını hem de özgürlüğünü toplumsal yaşama ya da birlikte yaşadığı insanlara borçludur. Bu durumda insanın kendisini topluma ya da birlikte yaşadığı insanlara karşı sorumlu hissetmesi normaldir. Böylece insanın insanlığını belirleyen bilgi, bilgisizlik, yanlış bilgi ve inanç karmaşasına birde topluma karşı sorumluluk duygusu ve toplum karşısında özgürlük isteği eklenmiş oluyor. Böylece insan kendini bu çelişkiler yumağı içinde buluyor. İnsan konusundaki bilgisizlik tarih boyunca neredeyse her toplumda insanların eğitim ve öğretimin yanlış temellere dayanması ve insanlar arasındaki ilişkilerin yanlış biçimde düzenlenmesi kaçınılmaz olmuştur. Nitekim günümüzde de eğitim ve öğretim alanında çocuklara işbirliği içinde çalışma yolları ve yararları anlatılacağına bir yarışma tutkusu yerleştirilmeye çalışılmaktadır. İnsanı verimli çalıştırmanın yolu, ona, işbirliğinin düzenli işlemesini aksatmamak koşuluyla, olabildiğince özgürlük vermekten geçer. 

İnsanlık tarihi, insanın ne olduğu konusundaki koyu bilgisizliğin tarihidir. Göksel dinlerin doğuşuyla “Tanrının yarattığı insan” kavramıyla, insan doğası konusundaki yanlış bilgiler esnekliğini kaybederek değişmez dogmalara dönüşmüşlerdir. Bu dogmalar insanlar üzerinde oldukça etki etmiştir. Bu yeni anlayış, insanı toplumun ya da başka insanların yarattığı gerçeğini görmezden gelerek, her insanın kendi kendini yarattığı bir insan kavramı ortaya atmıştır. 
İnsanın, gerçek kişiliğine kavuşması, bozuk bir düzen içinde yaşayan insanları gözlemleyerek “işte insan budur” diyerek insanlar arasındaki ilişkileri bu yanlış bilgiye dayanarak düzenlemekten sıyrılmakla gerçekleşir. Günümüzde gerçek insana ancak “geleceğin insanı” adı verilebilir. “Geleceğin insanı” zaman içinde ve değişik doğa koşulları karşısında değişikliğe uğramadan kişiliğini sürdürebilecek olan insandır. Böylece “ insan nedir?” sorusunu “ geleceğin insanı nedir?” sorusunun yanıtında bulmak mümkün olacaktır.

Böyle insan özgürlüğünü de insanlığını da başkalarına borçlu olduğunu bilincinde olan insandır. Bu borçluluk bilinci insanın özgürlüğünden vazgeçmesi anlamına gelmez. Çünkü insan toplumsal yaşamı tutsaklaşmak için değil özgürleşmek için seçmiştir. 

İlgili Haberler
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış yorumlar onaylanmamaktadır.