Ruh ve Beden Karmaşası

Ruh mu acı çeker, yoksa beden mi acıyı tadar. Hasta olduğumuz zaman, başım ağrıyor, sırtım ağrıyor… diyoruz. Acıyı çeken bedenlerimiz mi, yoksa bu acıyı onlara çektiren ruhlarımız mıdır?
Ruh ve Beden Karmaşası

İnsanlar, sadece gördüklerine ve dokunduklarını görüyorlar ve bunun üzerinde bir hayat yaşıyor. Sürekli ellerimizin şekline, fiziğimizin yapısına, bacaklarımızın uzunluğuna vs. bakıp dururuz çünkü sadece kendimizi bu söylediklerim et yığınlarından ibaret görürüz.

Oysaki düşüncelerimizin, bedenimize hayat veren ruhun güzelliğini tartmayız. Ne de olsa ruhumuzu bedenlerimizle kamufle edeceğiz ve bu sayede kirli düşüncelerimizi güzelim bedenlerimizin arkasına saklayacağız.

Bu tabir insanlar arasında çok kullanılır; "İçindeki kötülük yüzüne vurmuş" Evet insanın içindeki ruhu da yer yer kişinin davranışlarıyla somut bir şekilde kendini gösterebiliyor. Yani insan kötülük yaptıkça, ruhunun şekli de yüzüne vurabiliyor. Bizler bedenlerimizden ibaret değiliz, bize ses veren, mimiklerimizi oluşturan, bedenimizin diri kalmasını sağlayan, yüzümüze renk veren ve bizi biz yapan ruhumuzun varlığını da unutmamamız gerekiyor.

Bir Ölüm Anı;

Hiç ölen birini gördünüz mü, bu söylediklerimi o zaman daha çok iyi anlayacaksınız. Ölüm; ruhun yavaş yavaş bedenden çıkmasıyla gerçekleşir. Ruh ayak uçlarından çıkmaya başlar ve yavaş yavaş bütün bedeni terk eder. O an insanın suratına baktığınız zaman bembeyaz kesilir, vücudu sanki buz dolabında bırakılmış bir eşya ve yavaş yavaş moraran bir beden. Ruh, artık bir bedene bağlı kalmayacak ve onunla şekillenmeyecektir. İnsanın ruhu, düşünceleri, pişmanlıkları, iyilikleri- kötülükleri, güzellikleridir. 

İnsanoğlu nereye giderse gitsin bedenini yanında götürmeyecektir ancak düşüncelerini, yaptıklarını, yaşadıklarını, günahlarını yanında götürecektir ve ölüm; ruh ve beden karmaşasına son verip; ruhun bedenden ayrılmasını sağladı. Şimdi bizler ağlıyoruz, bedenler için mi? Cevabı evet olmalı çünkü insanın ruhu yaşayacak sadece bedeni toprak olacaktır.

Ölüm- Ruh karmaşası insanı deli edebilecek kafa karıştırıcı bir mevzudur. Kafaları allak bullak ederek ruhumuza acı çektirmeye hakkımız yok. İnsan bedenini kontrolü altına alabiliyor ve komut verirken ruhuna söz geçiremiyor. İşte ruhumun bana sunmuş olduğu birkaç soru işaretlerini sizlere söyleyeceğim.

İnsan düştüğü zaman bedeni kanıyor ama ruhu acı çekiyor. Bedenlerimiz bir eşya olarak düşünelim, bu eşyaları lime lime doğrasak da bir yakarış sesi alamayız değil mi?

İnsan ruhen sever ve bedenen gösterir. Ruhen sevilmeyen hiçbir sevginin gerçeklik payı yoktur, bir oyundur.

Bir insan neden hasta olur ve neden hep yataklara düşer. Bir insanın ruhu hasta olmayınca bedenleri yatağa düşmezmiş. Önce ruhumuz darma dağın oluyor sonra da bedenimiz bitap düşüyor. Allah insanların ruhunu hasta etmesin, sürekli mutlu ve huzurlu kılsın.

Ve düşündüm biz büyük insanlar. Biz büyüdükçe dünyamız da bir o kadar küçüldü. Küçüklüğüm bir kasabada geçmişti, bu kasaba bana uçsuz bucaksız bir dünya gibi geliyordu. Şimdi de İstanbul gibi metropol bir şehirde yaşıyorum, sanki bir adım atsam İstanbul gezim son bulacakmış gibi. Bu da şunun gibidir; insanların beden duvarları büyüdükçe, ruhları bedenleri kadar esnemeyip paramparça ve darmadağın oluyorlar. Oysaki biz çocuk kalsaydık ruhumuz hep bedenimize sığacaktı.

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış yorumlar onaylanmamaktadır.