Politika: Bir Özgürlük Vaadi
Özgürlük, her zaman insanlığın en temel problemlerinden birisi olmuş, farklı bakış açılarıyla ele alınmış ve bu nedenle de herkesin üzerinde uzlaşabileceği net bir tanımı yapılamamıştır. 20. yüzyılın önemli düşünürlerinden olan Hannah Arendt ise, insanın kendini özel alandan ayrışmış bir kamusal alan içinde gerçekleştirebileceği görüşü çerçevesinde; özgürlüğü siyasi bir tema olarak değerlendirmiştir. Bu bağlamda özgürlüğü düşünce alanında yer alan bir olgu olarak görmemiştir. Özgürlüğün yer alması gereken özgün alan olarak, insani ilişkiler alanı olarak kabul ettiği kamusal alan olduğunu düşünmekteydi. Ona göre siyasetin varoluş nedeni özgürlüktür ve özgürlüğün tecrübe alanı eylemdir. Eylem ve siyaset, özgürlüğün var olduğu kabul edilmeden kavranamayacak şeylerdir.
Arendt, siyasi alanda yer alması gereken bir olgu olarak gördüğü özgürlüğü, "içsel özgürlüğe" karşıt bir anlamda kullanır. İç alan, insanların dış zorlamalardan kaçıp sığınabilecekleri ve kendilerini içinde özgür hissedebildikleri bir alana karşılık gelir. İçsel özgürlük her zaman dünyadan, kimsenin giremediği bir içselliğe doğru, "benliğe kaçışı" varsayar. Bu bakış açısına göre özgürlük problemi, siyasi alanda ya da insani ilişkiler alanında değildir. Bu alanda özgürlük insani deneyim alanından, kamusal-siyasi alandan yoksundur.
Antik Yunan’daki özgürlük anlayışına baktığımızda, Polisin alanı özgürlüğün siyasetle bağlantısını güçlü bir şekilde kurarken, Platon'un özgürlüğe bakış açısında bu bağlantı bulanıklaştırmıştır. Platon, özgürlüğü, başkalarıyla birlikteyken değil de, kişinin kendiyle içsel olarak girdiği etkileşimde yaşanan bir olgu olarak değerlendirmiştir. Platon, siyasi yaşam tarzı dışında felsefi yaşam tarzını benimsemiş ve bu yaşam tarzına bağlı olarak da, bakışını bu dünyaya değil, idealar dünyasına çevirmiştir. Platon, en yüksek ve en özgür yaşam tarzını oluşturan vita contemplativa için bir ön gereklilik olarak siyasetten çekilmiştir. Arendt’in, özgürlük konusunda Platon ile aynı düşüncede olmadığı görülmektedir. Platon Arendt’in düşündüğünün aksine özgürlüğü, eylemde ya da başkaları ile birlikteyken değil, kişinin kendi ile girdiği etkileşimde yaşanmaya başlayan bir olgu olarak değerlendirmekte ve siyasi alanın dışına çıkarmaktadır. Arendt ise özgürlüğü insanın iradi olarak eylemde bulunması şeklinde tanımlanmış, eylemde bulunma hali ise bireysel değil, kamusal bir yapı içerisinde düşünmüştür.
Arendt yaşadığı dönem itibariyle totaliter rejimi incelerken de, totaliter rejimin çoğulluğu ve politikanın yer aldığı kamusal alanı kaldırmaya çalışmasını görmekteydi. Arendt’e göre, totalitarizmin bu bakış acısı, siyaset ve özgürlüğün çakışması bir yana, bunların bağdaşabilirliğini dahi şüpheli hale getirmiştir. Totaliter rejimler teröre dayalı bir yönetim biçimidir ve terörle, özgürlüğün gerçekleşme alanı olan kamusal alanı bütünüyle ortadan kaldırır. Bu yönüyle totalitarizm ve başvurduğu terörün özgürlüğe doğrudan bir saldırı rejimi olduğunu düşünmekteydi.
Arendt’in özgürlük tanımının, batı siyasal düşüncesinde, önce Kant’ın ayırt ettiği sonra da İsaiah Berlin’in açımladığı negatif ve pozitif özgürlük anlayışlarının dışında kaldığı söylenebilir. Berlin’in ortaya koyduğu biçimiyle, negatif özgürlük, müdahalenin olmaması halidir. Hiç kimse benim yaptıklarıma karışmadıkça; zorlama ve engelleme olmaksızın seçimlerimi yapabildiğim oranda, negatif olarak özgürümdür. Pozitif özgürlük ise, müdahalenin olmamasından, başkaları tarafından kendi başına bırakılmaktan daha fazlasını, kişinin kendi benliği üzerinde denetim ya da benlik hâkimiyeti kurmada etkin rol oynamasını gerektirir. Pozitif anlamda özgür olmak, bireyin kendi seçimlerini yapabilmesi ve kendi iradesini gerçekleştirebilmesi anlamına gelir. Yani pozitif özgürlük negatif özgürlükten farklı olarak, kısıtlamadan ya da müdahaleden azade olmak değil, bir şeyler yapabilme özgürlüğüdür. Bu açıdan Berlin, pozitif özgürlüğü, bir anlamda kişinin kendi üzerinde egemenlik sahibi olması olarak tanımlar. Negatif ve pozitif özgürlükçüler arasındaki fark, egemenliğin ya da denetimin negatif özgürlükçüler için birey tarafından, diğerleri içinse kolektif dolayımla uygulanmasıdır. Sonuçta egemen olmak, her iki taraf için de, özgürlüğe giden yolu belirlemektedir.
Arendt ise, denetim ve egemenlik içermeyen bir siyasal özgürlük anlayışı geliştirmekte, özgürlüğü insanın iradi olarak bir eylem yapması şeklinde tanımlamaktadır. Eylemde bulunma halini ise, başka insanların varlığına bağlı olarak, bireysel değil, kamusal bir faaliyetin içinde bulunmak şeklinde düşünmektedir. Dolayısıyla Arendt için özgürlük, ne negatif özgürlük taraftarlarının savunduğu gibi bireysel kısıtlamaların olmaması demektir, ne de pozitif özgürlük taraftarlarının iddia ettiği gibi kişinin arzularını denetleme iradesine sahip olmak anlamına gelir. Ona göre özgürlük, insanların birlikte hareket edip, ortak bir dünya, yani kamusal bir alan oluşturdukları zaman ortaya çıkan, bu alanda gerçekleştirilen eylemlere bağlı olarak da sonuçları öngörülemez ve denetlenemez olan bir olguya tekabül eder.